ALBUS DUMBLEDORE HAYATI...
BİLİP BİLMEDİĞİMİZ YÖNLERİYLE ALBUS DUMBLEDORE
Albus, yarı safkan bir aile olan Percival ve Kendra Dumbledore’un üç çocuğunun en büyüğüydü. Ondan üç yaş küçük Aberforth, ağabeyi Albus gibi gelecek vaat eden bir çocuk olmasa da, ailesine düşkün bir yapıdaydı. Kız kardeşlerinin adı ise Ariana’ydı. Gel gelelim, Ariana henüz altı yaşındayken, üç Muggle’ın hain saldırısına uğraması sonucu büyük bir travma geçirmiş ve bir daha büyü yapamaz hale gelmişti. Büyü yapamıyor oluşu bir yana, sürekli öfke nöbetleri geçiriyor ve kontrol edilemez şekilde saldırganlaşıyordu.
Küçük kızının uğradığı çirkin saldırıyı kaldıramayan Percival Dumbledore ise, o üç Muggle’ı bulup onları gözünü kırpmadan öldürmüştü. Babalarının hapse girmesi üzerine, ne yapacağını bilemeyen Dumbledore ailesi, yaşadıkları Would-On-The-Wold’dan Godric’s Hallow’a taşınmak zorunda kalmışlardı. Ariana’nın başına gelenleri bir sır olarak saklamaktan başka çareleri yoktu; çünkü onun bu kontrol edilemez halini gören Bakanlık, kızın infazına karar verebilirdi.
Ariana’nın nasıl bir şeye dönüştüğünün bilgisine Aberforth’un anlatımıyla ulaşmıştık:
Anne babasız kalan bu üç kardeşin, artık birbirlerine tutunmaktan başka çareleri yoktu. Albus da, dünya seyahati planından vazgeçmiş, kendini ailesine adamaya karar vermişti. Ancak, takdir edersiniz ki, başı hep göğe bakan birini, kolay kolay yere bakmaya ikna edemezsiniz.
Cenazeden birkaç hafta sonra, bir yaz günü, Dumbledore’ların en yakın dostu ve komşusu (Sihir Tarihçisi) Bathilda Bagshot’un ziyaretine, yeğeninin oğlu yabancı bir genç geldi: Gellert Grindelwald. Gellert da, en az yaşıtı Albus kadar eşi zor bulunur bir yeteneğe ve zekaya sahipti. Ancak, Gellert, Albus’un aksine ödüllerle dolu bir okul hayatı geçirmemişti. Yeteneklerini daha çok, okul arkadaşlarını tehlikeye atacak türden deneyler yaparak kullanması yüzünden, okuduğu Durmstrang’den kovulmuştu. Bunun üzerine, büyük teyzesi Bathilda, Gellert’ın onunla yaşamasına
;
zin vermişti. Albus ile Gellert’ın yakın dostluğunun nasıl başladığını ise, Bathilda Bagshot’ta öğrenmiştik:
Bu iki dostun neler paylaşıp ne hayaller kurduğunun bir örneğine ise, Rita Skeeter’ın (zoraki yollarla) Bathilda Bagshot’tan aldığı mektubun bir kopyasında rastlıyoruz:
Gelelim, o hazin facianın yaşandığı anlara…
Albus ile Gellert ‘çoğunluğun iyiliği için’ çalışmaya görsün, Aberforth’un artık canına tak etmişti. Çünkü onun tek bir endişesi vardı ve anlaşılan bu yolda kendini oldukça yalnız hissediyordu. Aberforth, kız kardeşinin oradan oraya sürüklenmesini istemediği için onlara karşı çıkmış, işler Gellert’ı kızdırmaya kadar ilerlemişti. Gellert, Aberforth’u aralarında ‘aptal’ bir engel olarak görüyordu. Albus ise, büyücülerin Muggle’lardan saklanmak zorunda kalmayacağı bir dünya düzeninin, kız kardeşi için de bir çözüm niteliği taşıdığına inanıyordu. Sonunda, bu tartışmalar yerini büyük bir kavgaya bırakmış ve Gellert, Albus’un kardeşi Aberforth’a Cruciatus Laneti yaparak sınırı aşmıştı. Bir taraftan Albus, bu yaşanılanların şokuyla çileden çıkmış halde onları durdurmaya çabalıyordu. Ancak, tüm bu kargaşanın uyandırdığı bir şey vardı: Ariana. Ariana’nın öfkesi ortaya çıktığında ise, artık çok geçti. Onun kontrol edilmesi neredeyse imkânsız halini durdurmaya çalışırlarken, Ariana’nın cansız bedeniyle karşı karşıya kaldılar.
Peki, Ariana’yı kim öldürmüştü? Ağabeylerinden birisi mi? Yoksa Grindelwald’ın kendisi mi? Ariana’nın ölümü her biri için büyük bir şok yaratırken Gellert kaçmayı seçmişti. Onun peşinden gitmemeleri ise, belki de onu kimin öldürdüğü gerçeğini öğrenmek istememelerinden kaynaklıydı. Böyle bir gerçeği, kim kaldırabilir ki? Üstelik, az sayıda insanın katıldığı cenazede, Aberforth sinirine hâkim olamayıp ağabeyinin suratına herkesin içinde bir tane patlatmış, ona kemerli bir burun miras bırakmıştı.
Gellert’ın evi terk etmesinin ardından olanları Bathilda Bagshot’dan öğrenmiştik:
Gelelim, Gellert Grindelwald’a… Albus’un aksine, o davasını sürdürme yolunda gitmiş, bu amaç uğruna azımsanamayacak sayıda kendine müritler toplamayı başarmıştı. Ne kadar Grindelwald prensip sahibi biri olarak görülse de, güç ve iktidar hırsı gözünü kör etmiş, onu korkulan Karanlık bir büyücü haline getirmişti.
Grindelwald’ın Suçları filminde Grindelwald’ın gücünün doruk noktalarına ulaştığı, Dumbledore’un ise derin bir iç çatışma yaşadığı ama arkadan müdahale etmekten de geri kalmadığı zamanlara tanık oluyoruz. Bu iki eski dostun gizli çatışmasının tam ortasında ise, Fantastik Canavarlar serisiyle tanıdığımız Credence Barebone var, nam-ı diğer, Aurelius Dumbledore. (Barebone kelimesi, İngilizce’de ‘asil soy’ anlamına gelmektedir.)
BİLİP BİLMEDİĞİMİZ YÖNLERİYLE ALBUS DUMBLEDORE
Albus, yarı safkan bir aile olan Percival ve Kendra Dumbledore’un üç çocuğunun en büyüğüydü. Ondan üç yaş küçük Aberforth, ağabeyi Albus gibi gelecek vaat eden bir çocuk olmasa da, ailesine düşkün bir yapıdaydı. Kız kardeşlerinin adı ise Ariana’ydı. Gel gelelim, Ariana henüz altı yaşındayken, üç Muggle’ın hain saldırısına uğraması sonucu büyük bir travma geçirmiş ve bir daha büyü yapamaz hale gelmişti. Büyü yapamıyor oluşu bir yana, sürekli öfke nöbetleri geçiriyor ve kontrol edilemez şekilde saldırganlaşıyordu.
Küçük kızının uğradığı çirkin saldırıyı kaldıramayan Percival Dumbledore ise, o üç Muggle’ı bulup onları gözünü kırpmadan öldürmüştü. Babalarının hapse girmesi üzerine, ne yapacağını bilemeyen Dumbledore ailesi, yaşadıkları Would-On-The-Wold’dan Godric’s Hallow’a taşınmak zorunda kalmışlardı. Ariana’nın başına gelenleri bir sır olarak saklamaktan başka çareleri yoktu; çünkü onun bu kontrol edilemez halini gören Bakanlık, kızın infazına karar verebilirdi.
Ariana’nın nasıl bir şeye dönüştüğünün bilgisine Aberforth’un anlatımıyla ulaşmıştık:
“Bu onu mahvetti, ona yaptıkları: bir daha hiç düzelmedi. Sihir kullanmıyordu, ama ondan kurtulamamıştı da: sihir içe doğru döndü ve bu onu çıldırttı, kontrol edemediği zaman içinden patlarcasına çıkıyor ve bazen Ariana garip ve tehlikeli hale geliyordu. Ama çoğu zaman tatlıydı, ürkekti ve zararsızdı.” – Harry Potter ve Ölüm YadigarlarıDumbledore’ların başına gelen bu korkunç olaydan sonra, aile için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Hogwarts’ta eğitim öğretim yılının başlamasıyla Albus, sınıf arkadaşlarının acımasız söylemlerine maruz kalmış, bir katilin evladı olarak anılmıştı. Tüm bunlara rağmen, kız kardeşiyle babasının başına gelenleri sır gibi saklamayı başarmış, döneminin açık ara en parlak öğrencisi olma yolunda ilerlemişti. Bir zaman sonra, kimse onu katilin oğlu olarak anmayacaktı. Bu başarı, Albus’un kendisine aitti. Elbette, tüm bu mücadele onun ailesinden uzaklaşmasını sağlamış olacak ki, ailesini ihmal etmesine sebep olmuştu. Bu durumdan en hoşnut olmayan kişi ise, annesi Kendra ile kız kardeşine bakmakta olan Aberforth’tu. Ağabeyini bencil olmakla suçluyor, hatta belki bu ani yükselişine için içerliyordu.Ariana 14 yaşına geldiği halde, hastalığında hiçbir ilerleme yoktu. Aberforth’un evde olmadığı bir gün, Ariana her zamanki öfke nöbetlerinden birine daha tutulup annesi Kendra’nın ölümüne yol açmıştı. Ariana’nın kazayla annesini öldürdüğü bu facia, Albus ile Aberforth’un arasının daha çok açılmasına vesile olmuştu. Okulunu henüz bitirmiş, arkadaşı Elphias Doge ile dünya seyahatine çıkacak olan Albus’un ise bütün planları bozulmuştu.Planlarının bozulması üzerine Doge seyahate yalnız yola çıktı.
Anne babasız kalan bu üç kardeşin, artık birbirlerine tutunmaktan başka çareleri yoktu. Albus da, dünya seyahati planından vazgeçmiş, kendini ailesine adamaya karar vermişti. Ancak, takdir edersiniz ki, başı hep göğe bakan birini, kolay kolay yere bakmaya ikna edemezsiniz.
Cenazeden birkaç hafta sonra, bir yaz günü, Dumbledore’ların en yakın dostu ve komşusu (Sihir Tarihçisi) Bathilda Bagshot’un ziyaretine, yeğeninin oğlu yabancı bir genç geldi: Gellert Grindelwald. Gellert da, en az yaşıtı Albus kadar eşi zor bulunur bir yeteneğe ve zekaya sahipti. Ancak, Gellert, Albus’un aksine ödüllerle dolu bir okul hayatı geçirmemişti. Yeteneklerini daha çok, okul arkadaşlarını tehlikeye atacak türden deneyler yaparak kullanması yüzünden, okuduğu Durmstrang’den kovulmuştu. Bunun üzerine, büyük teyzesi Bathilda, Gellert’ın onunla yaşamasına
;
zin vermişti. Albus ile Gellert’ın yakın dostluğunun nasıl başladığını ise, Bathilda Bagshot’ta öğrenmiştik:
“Bana hoş bir çocuk gibi görünmüştü, daha sonra ne hale geldiyse gelsin. Doğal olarak, onu kendi yaşındaki delikanlıların arkadaşlığından yoksun olan zavallı Albus’la tanıştırdım. Çocukların ilk anda birbirlerine kanları kaynadı.” – Harry Potter ve Ölüm YadigarlarıPeki, Gellert ile Albus’un birbirlerinden bu kadar etkilenmelerine sebep olan şey neydi? Gellert’ın da geçmişi, Albus gibi benzer zorluklarla mı geçmişti? Ya Gellert’ın sevdiği birileri de Muggle saldırısına uğradıysa? Her şey bir yana, iki ay kadar süren dostluklarının bu kadar derin ilerlemesinde büyük ortak paydaların izlerinin olduğu ihtimali akıllara geliyor.
Bu iki dostun neler paylaşıp ne hayaller kurduğunun bir örneğine ise, Rita Skeeter’ın (zoraki yollarla) Bathilda Bagshot’tan aldığı mektubun bir kopyasında rastlıyoruz:
Gellert,Büyük bir güç ve iktidar peşinde olmanın hayallerini kuran bu iki çocuğun, dünyalarını değiştirecek adımların temellerini attıklarını kim bilebilirdi? Albus’un gönderdiği mektupta gördüğümüz gibi, Gellert’a ‘Çoğunluğun iyiliği için’ fikrini veren Albus’un kendisi miydi? Albus, başına gelecek hazin faciayla karşılaşmasaydı eğer, Gellert ile beraber davasını sonuna kadar götürebilir miydi?Cevabınızın evet olduğunu biliyorum,ancak bu facia bir çok iyi sonuca neden oldu
Büyücü hâkimiyetinin MUGGLE’LARIN KENDİ İYİLİĞİ İÇİN olduğu düşüncen – bence bu, can alıcı nokta. Evet, bize güç verilmiş ve evet, bu güç bize hükmetme hakkı veriyor, ama aynı zamanda hükmedilenlere ilişkin sorumluluklar da veriyor. Bu konuyu vurgulamalıyız, üzerine inşa edeceğimiz şeyin temel taşı olacak bu. Bize muhalefet edildiği yerde, ki mutlaka edilecektir, bu bütün karşı iddialarımızın dayanağı olacak. Kontrolü ÇOĞUNLUĞUN İYİLİĞİ İÇİN ele geçiriyoruz. Ve bundan da şu çıkıyor ki, dirençle karşılaştığımız yerde, sadece gerektiği kadar güç kullanmalı, daha fazlasını kullanmamalıyız. (Senin Durmstrang’daki hatan buydu! Ama şikâyet etmiyorum, çünkü okuldan atılmamış olsan, tanışamazdık.)
Gelelim, o hazin facianın yaşandığı anlara…
Albus ile Gellert ‘çoğunluğun iyiliği için’ çalışmaya görsün, Aberforth’un artık canına tak etmişti. Çünkü onun tek bir endişesi vardı ve anlaşılan bu yolda kendini oldukça yalnız hissediyordu. Aberforth, kız kardeşinin oradan oraya sürüklenmesini istemediği için onlara karşı çıkmış, işler Gellert’ı kızdırmaya kadar ilerlemişti. Gellert, Aberforth’u aralarında ‘aptal’ bir engel olarak görüyordu. Albus ise, büyücülerin Muggle’lardan saklanmak zorunda kalmayacağı bir dünya düzeninin, kız kardeşi için de bir çözüm niteliği taşıdığına inanıyordu. Sonunda, bu tartışmalar yerini büyük bir kavgaya bırakmış ve Gellert, Albus’un kardeşi Aberforth’a Cruciatus Laneti yaparak sınırı aşmıştı. Bir taraftan Albus, bu yaşanılanların şokuyla çileden çıkmış halde onları durdurmaya çabalıyordu. Ancak, tüm bu kargaşanın uyandırdığı bir şey vardı: Ariana. Ariana’nın öfkesi ortaya çıktığında ise, artık çok geçti. Onun kontrol edilmesi neredeyse imkânsız halini durdurmaya çalışırlarken, Ariana’nın cansız bedeniyle karşı karşıya kaldılar.
Peki, Ariana’yı kim öldürmüştü? Ağabeylerinden birisi mi? Yoksa Grindelwald’ın kendisi mi? Ariana’nın ölümü her biri için büyük bir şok yaratırken Gellert kaçmayı seçmişti. Onun peşinden gitmemeleri ise, belki de onu kimin öldürdüğü gerçeğini öğrenmek istememelerinden kaynaklıydı. Böyle bir gerçeği, kim kaldırabilir ki? Üstelik, az sayıda insanın katıldığı cenazede, Aberforth sinirine hâkim olamayıp ağabeyinin suratına herkesin içinde bir tane patlatmış, ona kemerli bir burun miras bırakmıştı.
“Korkunç bir şok oldu. O sırada Gellert onlardaydı ve benim evime sinirden tir tir titreyerek geldi, hemen ertesi gün de evine dönmek istediğini söyledi. Çok dertlenmişti çünkü. Ben de bir Anahtar ayarladım ve bu onu son görüşüm oldu.”Ölüm YadigarlarıYaşanılan bu büyük trajedinin ve Gellert ile yollarının ayrılmasının ardından, Albus Dumbledore kariyerine Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’nda öğretmen olarak devam etmiş, kendi kapasitesi ölçüsünde mütevazı bir hayatı seçmişti. Ancak, tüm bu olanların yükünü ölene kadar omuzlarında taşımış, belki de kendini hiç affetmemişti.
Gelelim, Gellert Grindelwald’a… Albus’un aksine, o davasını sürdürme yolunda gitmiş, bu amaç uğruna azımsanamayacak sayıda kendine müritler toplamayı başarmıştı. Ne kadar Grindelwald prensip sahibi biri olarak görülse de, güç ve iktidar hırsı gözünü kör etmiş, onu korkulan Karanlık bir büyücü haline getirmişti.
Grindelwald’ın Suçları filminde Grindelwald’ın gücünün doruk noktalarına ulaştığı, Dumbledore’un ise derin bir iç çatışma yaşadığı ama arkadan müdahale etmekten de geri kalmadığı zamanlara tanık oluyoruz. Bu iki eski dostun gizli çatışmasının tam ortasında ise, Fantastik Canavarlar serisiyle tanıdığımız Credence Barebone var, nam-ı diğer, Aurelius Dumbledore. (Barebone kelimesi, İngilizce’de ‘asil soy’ anlamına gelmektedir.)
Credence Barebone, sahiden bize hiç sözü edilmemiş bir başka Dumbledore üyesi mi yoksa Grindelwald’ın koca bir yalanına mı tanıklık ediyoruz? Birinci ihtimalin doğru olduğunu kabul edersek eğer, önümüze şu sorular çıkıyor:
- Credence’ın gerçek kimliği Aurelis Dumbledore ise, Albus’un kimselerin bilmediği, bebek yaşta kaybolan bir kardeşi var, demektir. Ancak, gemide Corvus Lestrange ile değiştirilen bebeğin yanında olan kişi, annesi Kendra Dumbledore muydu? Çok küçük yaşta öldüğü düşünülen bu bebeğin acısı, Dumbledore ailesinin dile gelmeyen ızdıraplarından biri miydi?
- Ariana Dumbledore’un Credence Barebone gibi bir Obscurus’u olduğu çok yüksek bir ihtimal; çünkü yukarıda Aberforth’un kardeşinin nasıl bir şeye dönüştüğünü anlatan sözleri, sizce de bir Obscurus’un varlığına işaret etmiyor mu? Eğer bu ihtimal doğruysa, Ariana’nın öldüğü gün Obscurus’u serbest kalmış demektir. Bu Obscurus’un Credence’ın bedeninde olduğu fikri ne kadar makul olsa da, o bedene nasıl girdiği de apayrı bir merak konusu. Ayrıca, Ariana’nın bir Obscurus’u olduğu doğruysa şayet, 14 yaşına kadar yaşaması bir mucizeydi; tıpkı Credence’ın yaşaması gibi…
- Grindelwald, Credence’ın gerçek kimliğine nasıl ulaştı, üstelik bu gerçeği kimse bilmezken? Acaba Ariana’nın öldüğü gece Obscurus’un beden bulmasında Grindelwald’ın parmağı var mıydı yoksa o sonradan bu altın bilgiye ulaşmanın avantajını mı kullanıyor?
- Credence’ı koruması için Newt Scamander’ı görevlendiren Dumbledore, bu gerçeği zaten biliyor muydu? Bu gerçeği, Grindelwald’ın bilip de Dumbledore’un bilmemesi ihtimali, sizce ne kadar gerçekçi olurdu?
Yorumlar
Yorum Gönder